29 Haziran 2007 Cuma

HZ.MUHAMMED (SAV)'İN KUTLU SOYU: SEYYİDLER

HZ.MUHAMMED (SAV)'İN KUTLU SOYU: SEYYİDLER

Peygamber Efendimiz (sav)in kızı Hz. Fatma (ra)dan olan torunu Hz. Hasan (ra) soyundan gelen kişilere İslam kültüründe seyyid adı verilmektedir. Önceleri, Hz. Muhammed (sav)in diğer torunu olan Hz. Hüseyin (ra)ın soyundan olan şahıslar da seyyid olarak nitelendirilmekteydi. Ancak daha sonra, bu kişiler şerif olarak adlandırılmaya başlanmıştır. Günümüzde ise böyle bir ayrım hemen hemen hiç kalmamıştır. Müslüman aleminde, hem Hz. Hasan (ra) nesli hem de Hz. Hüseyin (ra) nesli seyyid diye isimlendirilmektedir.

Arapça olan seyyid kelimesi Türkçede efendi, bey, ileri gelen baş, reis gibi anlamlara gelmektedir. Hadis-i şeriflerde bu ifade, kabile başkanı, topluluğun ileri gelen seçkin kimseleri gibi manalarda kullanılmıştır. Seyyidler, bazı İslam coğrafyalarında habib, emir ya da mir olarak da adlandırılmaktadır.

Büyük hadis alimleri İmam Buhari ve Tirmizi, seyyid kelimesini ilk olarak Resulullah (sav)ın Hz. Hasan (ra) için kullandığını söylemektedirler. Resul-ü Ekrem (sas), bir gün minberde bulunduğu bir sırada yanındaki Hasan (ra)'ı işaret ederek, "Bu oğlum seyyiddir. Umulur ki Allah onun vasıtasıyla iki Müslüman fırkanın barışmasını sağlar" demiştir. (Buhari, Sulh, 9; Fedailul-Ashab, 22; Tirmizi, Menakıp, 31). Peygamberimiz (sav) başka bir hadis-i şerifinde de; "Hasan ve Hüseyin cennet ehlinin gençlerinin iki seyyididirler" (Tirmizi, Menâsık, 31) buyurmuştur.

Hz. Muhammed (sas), tüm Müslüman aleminin şevk ve heyecanla beklediği, Ahir Zamanda zuhur edecek olan Hz. Mehdi (as)nin da kendi soyundan olacağını şöyle müjdelemiştir:

"Biz, Abdulmuttalib'in çocukları cennet ehlinin seyyidleriyiz. Ben, Hamza, Ali, Cafer, Hasan, Hüseyin ve Mehdi" (İbn Mace, Fiten, 34)

Müslümanlar Seyyidlere Daima Büyük Bir Sevgi ve Saygıyla Yaklaşmışlardır

Müslümanlar Resulullaha duydukları sevgiyi ve muhabbeti, onun kutlu soyundan gelen seyyidlere karşı da daima göstermişlerdir. Müslümanların kalplerindeki coşkun Ehl-i Beyt sevgisinden dolayı, Hz. Muhammed (sas)'in torunlarının soyundan gelenler Müslümanlarca her zaman için büyük bir itibar görmüştür. Hemen hemen bütün İslam ülkelerinde seyyidler dünyevi muamelelerde farklı bir konumda tutulmuş, onlara çeşitli kolaylıklar sağlanmaya çalışılmıştır.

Tarihteki her İslam devletinde, seyyidler zümresinin işleriyle ilgilenen özel bir kurumun bulunmuş olması ve bu müessesenin başında bulunan kimsenin (Nakîbul-Eşrâf efendi) de makamca en yüksek olan kişilerden biri olarak değerlendirilmesi, bu durumun en açık delilidir.

Seyyidler Farklı Coğrafyalara Nasıl Yayılmışlardır?

Dört halife döneminde İslam ahlakını tebliğ etmek için Asya ve Afrikanın pek çok bölgesine giden Müslümanlar olmuştur. Bu tebliğ yolculukları bilhassa Hz. Ömer (ra) ve Hz. Osman (ra) zamanında iyice yoğunlaşmıştır. Kuran ahlakını tüm insanlara anlatmak için yola çıkanların arasında pek çok seyyid de olmuştur. Bu seyyidler çoğunlukla gittikleri bölgelere yerleşmişler ve o bölgenin yerli halkıyla kaynaşmışlardır.

Ancak göç eden seyyidlerin büyük çoğunluğu, göç eden diğer Müslümanlar gibi, Dört Halife Döneminden sonra başa gelen Emevilerin katı tutumu nedeniyle Arabistandan ayrılmışlardır.

Hz. Hasan (ra)nın ve Hz. Hüseyin (ra)in şehit edilmelerinden sonra, seyyidlerin göç hareketleri iyice hız kazanmıştır.

Göçler, o zamanki İslam Devletinin sınır bölgeleri olan Mağrib (Fas), Kafkasya, Maveraünnehir, Horasan, Taberistan, Yemen gibi yerlere olmuştur. Bu seyyid göçleri neticesinde Fasta İdrisiler, Yemende Süleymaniler, İranda Zeydiler gibi pek çok hanedanlık kurulmuştur.

Pek çok seyyid, Moğol ve Türk devletlerine sığınmış, buralardaki yerel halk ile kaynaşmıştır. Hatta kimi zaman, Kafkasyada kurulan Nogay Hanlığında olduğu gibi devletin kurucuları arasında dahi yer almışlardır.

Türkiyeye de Farklı Dönemlerde Seyyid Göçleri Olmuştur

Türkiye, en uzun ömürlü ve en geniş topraklara sahip Türk-İslam Devleti olan Osmanlı İmparatorluğunun tek varisi olması itibariyle seyyidlerin yoğun olarak yerleştiği ülkelerden biridir. Günümüzde yurdumuzun pek çok yerine dağılmış olmakla beraber daha ziyade Ankara, Siirt, Şanlıurfa, Erzurum, Elazığ, Erzincan, Adana, Iğdır gibi şehirlerde daha yoğun olarak yaşamaktadırlar. Bu seyyidlerin çoğu, ilk seyyid göçleriyle beraber Anadoluya gelip yerleşmişlerdir. Ancak daha sonra da çeşitli vesilelerle Türkiye topraklarına olan göç hareketi devam etmiştir. Özellikle Osmanlı-Rus Savaşları ve Rus-Kafkas Savaşları sırasında Anadoluya göç eden çok sayıda Kafkasyalının arasında bir çok seyyid de bulunmaktadır. Bu seyyidler daha ziyade İç Anadolu Bölgesine yerleştirilmişlerdir.

Türk-İslam Kültüründe Seyyidlere Verilen Değer

Türk-İslam devletlerinde ülkenin en saygın ve önde gelen kişileri askerler olarak kabul edilirdi. İdareciler ve halk, seyyidleri de askeri sınıfa mensupmuş gibi değerlendirmişler ve onlara büyük bir itibar göstermişlerdir. Tüm vergilerden ve harçlardan muaf tutulmuşlardır. Devlet herhangi bir maddi sıkıntı yaşamamaları için kendilerine aylık bağlamıştır.

Kimi zaman yerel yöneticiler usulsüz uygulamalarda bulunup seyyid ve şeriflerden vergi almaya çalışmışlardır. Ancak merkezden yapılan düzenlemelerle bu tür muamelelerin önüne geçilmiştir. Hz. Peygamber (sav) soyundan gelen kişilerin hiçbir şekilde incitilmemesi ve onlara son derece saygılı davranılması yönünde bir çok padişah fermanı bulunmaktadır.

Evliya Çelebi gibi pek çok Osmanlı tarihçisi, seyyidlerin çoğunun oldukça alçakgönüllü ve ince düşünceli olduklarını, seyyidliklerini belli etmekten kaçınan bir ahlaka sahip bulunduklarını ifade etmiştir. Ancak zaman içinde, seyyidlerin sahip oldukları imtiyazlardan faydalanmak isteyen art niyetli kişiler ortaya çıkmıştır.
Günümüzde seyyidler, yurdumuzun pek çok yerine dağılmış olmakla beraber daha ziyade Ankara, Siirt, Şanlıurfa, Erzurum, Elazığ, Erzincan, Adana, Iğdır gibi şehirlerde daha yoğun olarak yaşamaktadırlar.

Müteseyyid (sahte seyyid) olarak adlandırılan bu kişilerin sayıları hızla artınca, Devlet-i Ali Osmaniye’nin vergi kaynaklarında meydana gelen ciddi azalmanın önüne geçmek ve seyyidlik makamının namını korumak için bazı önlemler alınmıştır. Seyyid olduğunu iddia eden herkes hakkında detaylı incelemeler yapılmıştır. Seyyid ve şeriflerin silsilelerini ve secere-i tayyibe denilen soy kütüklerini kaydedip koruyan nakübüleşraf isimli bir müessese kurulmuştur. Bu müessese ilk olarak Sultan Çelebi Mehmet zamanında kurulmuş, Fatih Sultan Mehmet döneminde kaldırılmış, II. Bayezid devrinde yeniden ihya edilmiştir.

Sahte seyyidlerin, gerçek seyyidler arasına karışmasına mani olmak için taşraya naib (İstanbulda yaşayan ve seyyidlerin başı olarak görülen nakibüleşraf efendinin vekillerine bu isim verilir) denen özel görevliler gönderilmiş ve teftiş defterleri tutulmuştur. Bu defterler, herhangi bir seyyidlik iddiası üzerine merkezden yürütülen inceleme esnasında, söz konusu isimlerin kayıtlı olup olmadığını bulmakta kolaylık sağlaması için, seyyidliği ortaya koyan mevcut delillere dayanılarak hazırlanmıştır. Nakibüleşrafın başındaki kişi, Osmanlı sarayında oldukça önemli bir yere sahipti. Osmanlı padişahlarının tahta çıkışlarında (cülus merasiminde), kendilerine ilk önce nakibüleşraf efendi bağlılık bildirirdi. Osmanlı bayram törenlerinde, hünkar arz odasından çıkıp tahta oturduğunda nakibüleşraf efendi bir dua ile bayram merasimini açardı.

Hem cülus merasimlerinde hem de bayram törenlerinde, nakibüleşraf sultanı tebrik ettiği esnada padişah hürmeten ayağa kalkardı. Resmi yazışmalarda nakibüleşraflara özgü muayyen ünvanlar kullanılırdı.

Nakibüleşraftan sonra seyyidlerin en büyük amiri olan ve alemdar ünvanı verilen kişiler, sefer sırasında saraydan çıkarak ordu ile beraber gidecek olan sancak-ı şerifi taşırlardı. Sancak-ı şerifin gidiş ve gelişinde, nakibüleşraf efendi ile seyyid ve şerifler sancak merasimine katılarak tekbir alıp salavat getirirlerdi.

Anadolu topraklarında yaşayan seyyidler daha ziyade ulema (din bilginleri) sınıfına mensupturlar. Genelde imamlık, hatiplik, kadılık, müftülük, medrese hocalığı gibi görevlerde bulunmuşlardır.

Osmanlılarda seyyid kabul edilmek için baba tarafı soyunun Hz. Muhammed (sav)e kadar uzanması yeterli görülmüştür. Ancak diğer İslam devletlerinde pek rastlanmayan bir şekilde, yalnızca anne tarafından seyyit olmanın da mümkün olduğu kanaati kabul görmüştür.

Osmanlı İmparatorluğunda al-i Abbas soyu (Resulullah (sav)in amcasının soyu) da seyyidler gibi itibar görmüştür.

Hiç yorum yok: