29 Haziran 2007 Cuma

Sadat-ı Kiram'ın Sohbetleri

GAVS I SANİ HZ. NİN SEMERKAND TEMSİLCİ VE ÇALIŞANLARINA SOHBETİ

08/01/2005

Bu tarikat-ı aliye Kur�anın özüdür, Kur�anı Kerimin hikmeti, takvasıdır. Bu tarikat-ı aliye çok değerlidir, çok hassastır, naziktir. Bu tarikatı aliye bembeyazdır, en ufak bir leke olursa hemen gösterir, leke değmemesi için çok dikkatli olmak lazım. Bu ebedi olarak insanın hayatını kurtarır.

İnsan bütün kuvvetiyle 50-60 senelik dünya hayatı için çalışıyor. Ama belli olmuyor, belki bir gün, belki bir dakika sonra ölebilir. Kendim için çalışıyorum sanıyor, halbuki millet için (başkası için) çalışıyor. Öldükten sonra her şeyi bırakıyor, malı başkalarına kalıyor. Dünya böyle, ama ahiret böyle değil. Yüz bin değil beşyüz bin trilyon sene değil, ebedi olarak devam edecek olan ahiret hayatımız için çok çalışmamız lazım.

Allah için çalışmak, ebedi hayat için çalışmak, aslında insanın kendisi için çalışmaktır.

Peygamber (A.S.) bir hadisi şeriflerinde �Dünya ve içindekiler melundur, Allah lanet etmiştir. Allah rızası için yapılan işler bunun dışındadır.� Bunun için, niyet çok mühimdir. Niyet sağlam olursa, hem dünyayı kazandırır, hem ahiret�i kazandırır.

Gavs (K.S.A.) bu hadise binaen sabah kalktığında elbiseyi giyerken, abdest alırken işe gitmeden önce; �Ya Rabbi sizin için çalışıyoruz, siz Rezzak-ı mutlaksınız, çalışmasak da rızkımızı verirsin. Sen çalışmayı vacip kılmışsın. Ailem için çoluk çocuğum içi çalışmayı vacip kılmışsın, bu vacip görevimi yerine getirmek için çalışıyorum.� böyle niyet etse akşama kadar camide ibadet etmiş, vaktini secdede geçirmiş gibi sevap alır.

İslam güzel ahlaktır. İbadet yalnız namaz değildir. Namaz kılmak çok mühim, her müslümanın yerine getirmesi gerekmektedir. Yoksa Allah teala azap eder. Güzel huylu olmak, yalan konuşmamak, sağlam çalışmak, bunlar ameli salihtir.

Gavs Hz. yemin etti, bizim evimize haram girmemiş, Seyda Hz. de bizim evimize haram girmemiş dedi, biz de diyoruz ki, bizim evimize haram girmemiştir. Sizler de bizim işimizde çalışıyorsunuz, dikkat edin. Bu mala haram karıştırmayın. Dikkat etmezseniz siz vebaldesiniz. Helal kazanmak başlı başına bir ibadettir.

Biz bu dergiyi (Semerkand yayınlarını) dini İslam için, insanların eğitimi için, hem de tekkenin ihtiyaçlarını karşılamak için çıkarıyoruz. Sofiler geliyor çorba lazım, ekmek lazım, yatak lazım, bunlar için para lazım. Parasız olmuyor, dünya için de çalışmak gerek, hizmetin devamı içinde paraya ihtiyaç vardır, bunun gibi dünya için çalışmak ameli salihtir.

Yoksa bize para lazım değil. Biz malımızı, canımızı, devletimizi (malımızı mülkümüzü), elbisemizi sofilerin ayaklarının altına atmışız. Bu tarikatı aliyenin gayesi hizmettir.

Peygamber (A.S.)�ın yolunda çalışıyoruz, siz bizim dergimiz için çalışıyorsunuz. Biz sizden memnunuz.

Gavs (K.S.A.) buyuruyor, onun zamanında bir hırsız varmış, çevre köylerden bal çalarmış, sen bu balı nerden alıyorsun demesinler diye içinde arı olan bir kovan da çalıp getirmiş. Arılara demiş ki siz vız vız yapın ben balı bulup getiririm. Sizde vız vız yapın, sadatlar size himmet eder, sadatlar da himmet çoktur. Siz ne kadar gayret ederseniz o kadar himmet gelir.

Bu sadatlar Allah�ın dostudur, bu sadatların nazarı dağları yerinden kaldırır. Sizin bir dostunuz olsa ondan bir şey isteseniz yapmaz mı. Onlar ne isterse Allah verir. İsteklerini geri çevirmez.

Biz bu hizmetlerde ortağız. Bu ortaklıkta ticaret ölünce bitmez. Yüz sene, beşyüz sene de değil, kıyamete kadardır. Amel defteri kıyamete kadar kapanmaz. Çünkü bu tarikat kıyamete kadar devam edecektir. Onun hayrı hem size, hem bize, hem de sadatlaradır.

Biz sizden razıyız, Allah�ta sizden razı olsun.

Allah yardımcınız olsun.

(Bizim misafirimiz var, bize müsaade ederseniz)

Allah bizleri ve sizleri sadatlardan ayırmasın. (Amin)



"Yeryüzünün kalbi Kâbe´dir. Kâbe putlardan temizlenip insanligin kurtulusu icin hayati bir önem tasimistir. Beden ülkesinin de merkezi, insan kalbidir. Bu kalp de her türlü putlardan ve mâsivadan temizlenmelidir.
Ancak o vakit hayati bir önem tasir. Meke-i Mükerreme´de Kâbe, nasil Allah´in evi ise, kalbimiz de Allah´in evidir. Bedenimizdeki Beytullah´in yikilmasi, Mekke-i Mükerreme´de bulunan Beytullah´in yikilmasindan daha büyük bir cürümdür. Cünkü Beytullah, Allah´in evidir ama insan eliyle yapilmistir. Oysa kalbimiz, bizzat Cenab-i Hakk´in kudret eliyle yaratilmistir."
Seyyid Saki Halife Hz.leri
"Her kalbin, Ay´i gölgeleyen bulut gibi bir bulutu vardir. Bulut kalkinca ay nasil aydin olursa kalpteki bulut kalkinca kalp de öyle aydin olur. Üstünü bulut kaplayinca ayin nasil isigi giderse, kalbi bulut kaplayinca, onun da aydinligi öyle gider."
Râmûz´ül Ehâdîs


S.MUHAMMED RAŞİD HZ.LERİNİN VEDA SOHBETİ

Bismillahirrahmanirrahim !

Allah (cc) bize 3 büyük nimet bahşetmiştir.Bu nimetlere çok şükür etmemiz lazımdır.Bu nimetlerden; oruç tutmak, zekat vermek, namaz kılmak Allah(cc)�ın bizlere bahşettiği en büyük nimetlerdendir.

O nimetlerden birincisi ve en önemlisi,Allah(cc) bizleri müslüman olarak yaratmıştır. Allah(cc) müslümanlara cenneti ve içindeki çeşitli nimetleri yaratmıştır ve ebedi olarak orada kalacaklardır. Bizim de bu nimete karşılık ibadetlerimizi arttırmamız gerekir. Allah(cc) isteseydi bizi müslüman değil de kafir olarak yaratabilirdi. Kafirler için ebedi cehennem ateşi ve azabını hazırlamıştır.

İnsan bir düşünecek olursa, bir mum alevine bile parmağını tutsa ateşin acısına dayanamaz. İnsan bilerek bir mum alevine bile parmağını tutmazken nasıl olur da ebedi ateş olan cehennemlik amelleri işler, günahlardan kaçınmaz ve ibadet yapmaz? Bunu düşünerek ibadetlerimizi arttırmalıyız. Allah(cc) bütün dünyanın servetini bize vermiş olsaydı, müslüman olmanın bedelini gene de karşılayamazdık.

Allah(cc)�ın bize sunduğu ikinci büyük nimet; bizleri en büyük ve en son peygamber Hz. Muhammed (sav)�in ümmeti olarak yaratmış olmasıdır. Nasıl ki, Hz. Muhammed(sav) peygamberlerin en efdali ve üstünü ise, Hz. Muhammed(sav)�in ümmeti de ümmetlerin en üstünü olarak dünyaya gelmişlerdir.

Hz. Musa(as) Levh-i Mahfuza baktığı zaman orada Hz Muhammed(sav)�in öyle hasletlerini büyüklüğünü, faziletini görmüş, ki; �Ya Rabbi; keşke beni de Hz. Muhammed(sav)�in ümmeti olarak yaratsaydın, başka bir şey istemezdim.� buyurmuştur. Hz Peygamber(sav) buyurdular: �Benim ümmetimin evliyaları, Beni İsrali�in peygamberleri gibidir.�(bu büyüklük bakımından değil, hidayet bakımındandır.) Eskiden gönderilen peygamberlerin bir kısmı yalnız kendisini irşad etmiş, bir kısmı yalnız kendi aile fertlerini, bir kısmı yalnız kendi içinde bulunduğu kabilesini, bir kısmı da yalnız bulunduğu köyü irşad edebilmiştir. Hz Muhammed(sav)�in ümmeti evliyalar, Mürşid-i Kamiller ise daha fazla irşadda bulunarak daha çok kimselerin(insanların) hidayete ermelerine vesile olmuşlardır.

Allah (cc)�ın bize sunduğu üçüncü büyük nimet; Allah (cc), Hz. Muhammed (s.a.v.)�in ümmetini son ümmet olarak yaratmış, bizleri de ümmetin en son kısımlarında yaratmıştır. Diğer ümmetler binlerce sene toprak altında (kabirde) yattıkları, ve günahkar olanların kabir azabı çektikleri halde, bu son ümmet az bir süre toprak altında yatacaktır ve (günahkarlar içinde) azapları daha kısa olacaktır. Kabir azabı da çok kısa bir zaman sürecektir.

Hz. Muhammed (sav) Miraç�a çıktığı zaman Allah (cc), Peygamberimiz (s.a.v.) ve ümmeti için hergün 25 vakit namazı farz olarak kılmalarını emrediyor. Miraç�tan dönüşe Peygamber (sav) gökte Hz Musa(as)�ın ruhaniyeti ile görüşüyor. Hz. Musa(as), 25 vakit namazın çok olduğunu , ahir zaman ümmetine ağır geleceğini, Allah(cc)�tan azaltması için niyazda bulunmasını Peygamberimize söylüyor.Resulullah(sav) da tekrar Allah(cc) �ın huzuruna varıp, 25 vakit namazın ağır gelebileceğini, vakitleri biraz azaltması için niyazda bulunuyor. Allah(cc) 5 vakit azaltarak 20 vakte indiriyor. Resululluh(sav) geriye dönerken tekrar Hz. Musa(as) ile karşılaşıyor. Hz.Musa(as) gene çok olduğunu, ümmetinin buna takat getiremeyeceğini söylüyor ve azaltması için tekrar Allah(cc)�ın huzuruna gitmesini söylüyor. Bu gidip gelmeler her seferinde 5 vakit azaltılmak üzere, 5 vakit namaza kadar indiriliyor ve her gün 5 vakit namaz kılmaları Hz. Muhammed(sav) ümmetine farz kılınıyor.

Pyagamberimiz(sav), Hz Musa(as)�nın bizzat kendisi ile değil, evrahi ile görüşmüştür. Tabi ki Allah(cc)�ın dostları ölmez , yalnızca nakil olur, yer değiştirir. Onların himmeti, yardımı her zaman vardır.

Hz. Musa(as), Hz Muhammed(sav)�in ümmetinin fazilet ve büyüklüğünü Allah(cc)�ın yanındaki değerini Levh-i Mahfuzda gördükten sonra: �Ya Rabbi; Hz Muhammed(sav)�in ümmeti olamadım, ümmetini bari görenlerden olsaydım.� Diye arzu ediyor. O arada İmam-ı Gazali (ra)�nin oraya geliyor ve Musa(as) ile görüşüyor.

Musa(as):

-�Sen kimsin?� diye sorunca, İmma-ı Gazali:

-�Muhammed oğlu, Muhammed Uluemiroğlu, Hamidoğlu İmam-ı Gazaliyim� diye cevap veriyor.

Bu cevap üzerine Hz. Musa(as):

-�Künyeni neden bu kadar uzun okudun? Yalnızca İmam-ı Gazali deseydin yetmez miydi?� diyor. İmam-ı Gazali(ra) cevap olarak diyor ki:

-Allah(cc) Hazretleri, kelam konuşmaya gittiğin zaman sana kim olduğunu sorduğunda sen kendini tanıtırken; �elinde bastonu, sırtında kepeneği olan çoban Musa�yım� diye künyeni uzun kullandın, sadece Musa deseydin yetmez miydi? diye sorusuna cevap veriyor. Hz. Musa (as) buna cevap olarak:

-Ben Allah(cc) ile biraz fazla konuşabilmek için künyemi uzattım, diyor. İmam-ı Gazali cevap olarak:

-Sen Allah(cc)�ın büyük peygamberlerindensin,Kelamullahsın, kitap gönderilenlerdensin. Onun için seninle daha uzun konuşma şerefine kavuşmak için ünyemi uzattım diyor.

İmam-ı Gazali(ra), zamanın en büyük alimi idi, ama tasavvufu sevmeyen,münkir bir alim. İmam-ı Gazali(ra)�nin kardeşi ise tasavvuf ehli bir zat idi. İmam-ı Gazali�ye ilminden dolayı, her müşkülü olan fetva almaya geldiği halde, kardeşi arkasında namaz bile kılmıyordu.

İmam-ı Gazali(ra) arkasında namaz kılmadığı için kardeşini annesine şikayet etti. Annesi imamın kardeşini camiye, cemaate gitmesi için ısrar etti. Gayesi İmam-ı Gazali�nin gönlünü almaktı.

Gazali�nin kardeşi annesine:

-Anne, onun arkasında benim namazım olmaz, dedi.

Bunun üzerine annesi fazla ısrar etti: �Bak oğlum, o senin büyüğün, sen cahilsin, ağabeyin alim kişidir, herkes ona geliyor, müşkülünü halledip gidiyor, herkesin namazı kabul oluyor da, senin ki neden kabul olmasın? Mutlaka gidip arkasında namaz kılacaksın.� Diye çok ısrar edince imamın kardeşi camiye gidiyor. O gün İmam Gazal(ra)�ye namazdan önce biri geliyor ve hayız(kadınlık hali) hakkında bir sual soruyor. İmam da �namazdan sonra gel, cevabını vereyim� diyor.

Namaza başlayınca İmam devamlı olarak hayız ile ilgili suali düşünüyor ve namazın tamamını cevap hazırlamakla geçiriyor. Bu arada İmam�ın kardeşi devamlı tekbir alıyor(namazda olduğunu hatırlaması için), sonunda namazı bozuyor ve tekrar kılıyor. İmam kardeşinin ikide bir tekbir tekbir almasına ve namazı bozup, tekrar yalnız olarak kılmasına çok üzülüyor ve annesine şikayette bulunuyor. Annesi: �Oğlum, neden ağabeyinin namazına müdahale ettin, cemaatin içinde mahçup düşürecek hareket yaptın, hani bana söz vermiştin, namazı kılıp gelecektin.� Deyince İmam�ın kardeşi annesine:

-�Anne, bir insan göbeğine kadar kana bulanırsa, onun arkasında kılınan namaz kabul olur mu?� diye soruyor ve bu soruyu ağabeyime de sor diyor.Annesi bu soruyu İmam�a aynen aktarıyor.

İmam Gazali(r.a.) namazdaki durumunu hatırlıyor, namazda hayızla uğraşmaktan tam olarak kıldıramadığını ve kardeşinin de keşif sahibi olduğu için haline vakıf olduğunu anlıyor ve daha önce inkar ettiği tasavvuf ve tarikat yoluna giriyor, gerçekleri gördüğü için ve alimde olduğu için kısa zamanda gavs oluyor.

Bu nimete layık olmak için çok çalışalım, Hz. Muhammed(sav)�e layık olmak için çalışalım.

Padişah ne kadar büyük olursa, hizmetçisi o kadar büyük olur.

Hasan Basri(ra) çarşıya çıkmış, bir dükkana oturmuş. Bakmış ki bir adam çarşıda elini kolunu sallaya sallaya , gururlu bir şekilde durmadan geziniyor. Hasan Basri(ra) soruyor: �Bu kimdir, bu kadar gururlu ellerini kolların sallaya sallaya yürüyor?� Orada bulunanlar :

-�Bu şahıs padişahın hizmetçisidir, onun için böyle yürüyor.� Diyorlar.

Bunun üzerine Hasan Basri(ra):

-Ben de Sultanlar Sultanı Allah(cc)�ın kuluyum. Ben neden bu adamdan daha iyi yürümeyeyim dedi ve çarşının içinde ellerini, kollarını sallaya sallaya bir müddet gezindi.

Bizim de çok çalışmamız, çok ibadet etmemiz lazım. Allah(cc); � İnsanları ve cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım� buyuruyor. O�na layık olalım. Allah(cc); �Benim bildirdiğim hayırları yapın� diyor. Allah(cc)�ın azabı gelmeden güzel amel yapın, onun için acele edin.

Bir insan tek başına, yalnızken, günah işleme fırsatı olduğu halde, Allah(cc)�dan korkarak o günahı işlemezse, Allah(cc) ona çok büyük ecir ve sevap yazıyor. O davranış (günahtan kaçış) onun için en hayırlı iştir. Bu durum imanın kemale erdiğinin bir durumudur.

Kalabalıktan çekinerek günah işlemeyen kişiye sevap yoktur, ama yalnızken ve elinden geldiği halde, yapabilecek durumdayken günah işlemeyene çok sevap vardır.

Bütün insanlar, hesapları görüldükten sonra bir kısmı cennete, bir kısmı cehenneme girmek üzere ayrılırlar. Daha sonra ayrıldıkları yere gitmeden önce anne, baba, kız kardeşi hepsi birbirine sarılıp, vedalaşıp ayrılmaları 500 sene sürüyor. Vedalaşma bitince melekler geliyor ve �Vedalaşma sona erdi, artık yeter, ayrılın� diyor ve herkes hak ettikleri yerlere gönderiliyorlar. Cehenneme gidenlere Allah(cc): � Ey inanlar bensize şeytana ibadet etmeyin, bana ibadet edin, bu gerçek yoldur, diye çok bildirdim.� Allah(cc): � Ben bugün ağzınıza kilit vuracağım, ellerinizi, ayaklarınızı teker teker konuşturacağım, orada hiçbir şey gizli kalmayacak, Allah(cc) her şeyi görür, Allah(cc)�ın fazlı çoktur.

İnsanın omuzlarında iki melek vardır, işlenen bir günahı, tövbe edilir diye, sağdaki melek, soldaki günah yazan meleğe 24 saat yazdırmıyor, 24 saatten sonra tövbe etmezse bir günah yazıyor. Sevap meleği ise her iyilik ve sevap için 10 ila 70 kadar sevap yazıyor, beklemeden hemen yazıyor. Bundan büyük nimet var mı?

Allah(cc) kulunu affetmek için bir bahane arıyor. Madem ki Allah(cc) öyle istiyor, biz de gayret edelim. Dünya ile mağrur olmayalım, kandırılmayalım.

Sofiler ayakta çok beklediler, onun için sohbetime burada son veriyorum. CUMA "ya kadar eve gideceğim. Allah(cc) hepimizi affetsin inşallah.

10 EKİM 1993 Pazar, Afyon

CUMA YOLCULUĞU ! (VEFATI)

Saat 13:15 ve 22 EKİM 1993 Cuma günü eve yolculuk.



"INSANIN FAYDA GÖREBILMESI ICIN NAKSIBENDI ADABINA GÖRE HAREKET ETMELIDIR.INSANDA MUHALEFET OLMADIKTAN SONRA VE NAKSIBENDI OLDUKTAN SONRA NISBET DEVAM EDER,KESILMEZ. OKUNAN HER FATIHAYA , HER HATMENIN SEVABINA O DA ORTAK OLUR.YETER KI O KISI NAKSIBENDI OLMAYA CALISSIN.HER FATIHA OKUDUGUNDA , VIRDDE, HATMEDE, SADAT-I KIRAMIN ERVAHI DA ORADA HAZIR OLUR, HEDIYE KARSILIKSIZ BIRAKILMAZ.SEVGISIZ KALMAZ. BU DURUMDA INSAN, SADAT-I KIRAMIN TARAFINDAN DA TANINMIS OLUR.ONLAR INSANI TANIYINCA DAR ZAMANLARINDA YARDIMINA YETISIR.

GAVS-I KASREVI SEYYID ABDÜLHAKIM EL-HÜSEYNI (K.S)



HIZIR İLE MUSA KISSASI

Hazreti Musa Ululazim bir Peygamber olduğu halde,Cenabı Allah neden Hızır"a gönderdi?

Şimdi burada Hızır Aleyhisselam bir veli olduğu halde,Musa Aleyhisselamdan üstün gibi görünüyor.Bir de Hızır Aleyhisselam"dan bir şeyler öğrenmeye gitti.Çünkü,veren alandan üstündür durumu var.Bu halde,Hızır Aleyhisselamın Musa Aleyhisselamdan üstün olması gerekiyor.Halbuki Hızır Aleyhisselam veli,Musa Aleyhisselam Ululazim bir peygamber idi.

Bazıları,Cenabı Allah Musa Aleyhisselamı Hızır Aleyhisselama İlmi Ledün öğrenmesi için gönderdi diyorlar.Kavmi,Musa Aleyhisselama sordular.

Ey Musa,senden daha bilgin bir kimse var mıdır? Musa Aleyhisselam da yoktur dedi.O zaman vahy geldi. "Ya Musa sen Mecmeal Bahreyn" e git,Hızır"a mülaki ol.Ben ona Ledün ilmi öğrettim,sen de ledün ilmini ondan öğren." Bunun üzerine,Musa Aleyhisselam "Mecmeal Bahreyn" e gitti ve onu buldu.Bundan sonraki maceraları biliyorsunuz.

Aslında Musa Aleyhisselamın İlmi Ledünisi var idi.Çünkü,nübüvvet velayetten sonra gelir.Hatta,Muhiddini Arabi Hazretleri, "Sakın bir veliyi nebiden üstün tutmayın,veliliğin son mertebesi nübüvvetin başlangıcıdır" diyor.Bir veli yükselir,yükselir son menzile çıkar,son menzile çıktığı yerden nübüvvet başlar.Şimdi sız kıyaslayın velilikle,nübüvvetin farkını.

Nasıl kidiğer tarikatlar,esma ile tesbihi çeke çeke onların kalbi kendiliğinden zikretmeye başlar.Halbuki,kalbi zikir Melamilik"te ilk evvela telkin edilir.Nasıl diğer tarikatların bittiği yerde melamet başlıyorsa,velayetin bittiği yerde de nübüvvet başlar.

Fakat,şunu da inkar etmemek lazımdır.Musa Aleyhisselam Hızır Aleyhisselamdan bir şeyler öğrenmek için gitti,ihtiyacı olduğu için gitti.

Pir Efendimiz bunu şerhte açıklamış.Musa Aleyhisselamın üç müşkülü var idi.

1) Beni annem bir tahta parçasının üzerinde suya bıraktı,neden boğulmadım?

2) Bir kıpti öldürmüştüm,indi ilahiyede katil mi oldum?

3) Şuayip Aleyhisselamın kızlarının güttüğü koyunları ücretsiz sulamıştım.Bu olayda bir ecre,bir sevaba nail olabildim mi?

Bu üç müşkülün halli için Cenabı Allah Hızır"a göndermiştir.

Pir Efendimiz bir yerde "İlmi Ledün iki kısımdır" diyor.

1) Ledünnü İlmiye (İlm-i Tenzili)

2) Ledünnü Kevniye (İlm-i Tekvini)

Musa Aleyhisselamda olan Ledünnü İlmiye idi.Hızır da olan ilim ise Ledünnü Kevniye idi.Ledünnü Kevniye,keramet ilmi demektir.Musa Aleyhisselamın bu müşkülleri de,kerameti kevniye ile hallolunacak müşküller idi.Onun için,Cenabı Allah Musa"yı Hızır"a gönderdi.

Musa Aleyhisselam Hızır"a mülaki olduktan sonra,beraber bir gemiye biniyorlar.Hızır başlıyor gemiyi delmeye,Musa Aleyhisselam hemen müdahale diyor.Ne yapıyorsun ya Hızır,bu geminin içinde bu kadar insan var,bunlar boğulacak,yaptığın doğru bir iş midir? Ya Musa,seni annen bir tahta parçasında suya bıraktı.Suda seni muhafaza eden,bu halkı da muhafaza eder dedi.Hani annem beni bir tahta parçasında suya bıraktı,ben niçin boğulmadım diyordu ya.Böylece birinci müşkülü çözülmüş oldu.Gemi tamir edildikten sonra yola devam ettiler.Gemi karaya çıkınca,şehir içinde gezerlerken sokak çocukları oyun oynuyorlardı.Tuttu,çocuklardan birinin boynunu sıktı öldürdü.Musa Aleyhisselam yine müdahale etti,Ya Hızır,bu senin yaptığın katillik değil midir? Kabahatsiz çocuğu öldürdün dedi.O zaman Hızır Aleyhisselam,sen kıptiyi öldürdün,bu da senin kıptiyi öldürmen gibidir.Çocuğu ameliyat et,bak sait midir? şaki midir? Baktılar ki şaki.Şakiyi öldürmek katillik değildir.Tıpkı senin kıptiyi öldürdüğün gibi.Sanki Hızır"a Musa"nın kıptiyi öldürdüğünü daha önceden söylemişler.

Şehirde dolaşırken karınları acıkıyor,fakat hiç bir kimseden yiyecek bir şey bulamıyorlar.Ykılmaya yüz tutmuş bir duvarın yanına gelince duvarı doğrultuyor.Yine Hazreti Musa,Ya Hızır çok acayip hallerin var,hiç değilse şu duvarın sahibini bulaydık.Belki bize biraz yiyecek verirdi.Bu durum da,senin Şuayip Aleyhisselamın kızlarının güttüğü koyunları sulaman gibidir.Bundan ücret alınmaz,diyor.Bundan sonra,sen hiçbir şey bilmiyorsun demiyorum,öyle zannetme,senin bildiklerini ben bilmem,benim bildiklerimin bazısını da sen bilmezsin diyerek ayrılırlar.Burada,Peygamber Efendimizin bir hadisi şerifleri de kafamıza müşkül olarak takılıyor. (Ulemaü ümmeti keenbiyai beni israil) "Benim ümmetimin evliyaları beni İsrail Peygamberleri gibidir."

Beni İsrail Nebileri, "Kabe Kavseyn" e kadar yükselmişlerdir.Beni İsrail peygamberleri oraya kadar makam görmüşlerdir.Aynı makama kadar Peygamber Efendimizin evliyaları da çıkmışlardır.Bu makamları tahsil edip zevk eden mü"minler,Beni İsrail Enbiyaları gibidir.Ama bu makamları görmeyip zevkinden mahrum olan kimseler,ne kadar da ulema olsalar zahir ulemasıdır.Çünkü,bu Kabe Kavseyn makamının zevklerinden tatmamışlardır.Onun için onlar,Beni İsrail Nebileri gibi olamazlar.Onlar gibi olabilmeleri için hem şeriat ilmini,hem de tevhid ilmini tahsil edip,makamı Kabe Kavseyn"e kadar yükselmeleri icap eder ki,Beni İsrail Enbiyaları gibi olabilsinler.

Beyazid"i Bestami Hazretlerinin bir sözü vardır.

"Ben bir derya geçtim,enbiya kenarında kaldı" o,Hz.Peygamber Efendimizin ümmeti olduğundan,Hz.Muhammedin ayağıyla o Kabe Kavseyn"den "Ev Edna" yateberrüken geçtiğini ifade ediyor.Eğer,Beni İsrail Enbiyaları da Kabe Kavseyn"den Ev Edna"ya geçmek isterlerse,onların da Peygamber Efendimize ümmet olup,bilahare teberrüken o makama geçmeleri mümkündür.

"Benim ümmetimin evliyaları,Beni İsrail nebileri gibidir." denilmesi,makamatı tevhidi tahsil ettiklerinden dolayıdır.Fehmi Efendi"nin bir nutkunda vardır.

Makamı Kabe Kavseyn"e Nebiler hep ayak bastı

Ev Edna sırrına sadrı eminsin Ya Rasulallah

Kur"an-ı Kerimde ayeti kerime vardır. (Vela takrabü malel yetimi) "Yetim malına yaklaşmayın" yetim malından murat,Peygamber Efendimizin makamı mahsusudur.Bunun Kur"anı Kerimde "Makamı Mahmud" ve "Ev Edna" diye iki ismi geçiyor.Zahirde de yetimin malına tecavüz etmenin cezası,karnını ateşle doldurmaktır.Batında da yetim malından murat,Peygamber Efendimizin malıdır.Çünkü,Peygamber Efendimize ruhaniyeti,anadan,babadan gelmiş değildir.Bütün mevcudatın anası odur.Bütün mevcudat,onun ruhaniyetinden gelmiştir.Çünkü ruhaniyet yönüyle,o kimseye,ana ve baba olmadı.Onun da ana babası olmadı.Ancak,Cenabı Hakk"ın emriyle,tecellisiyle ruhaniyeti zuhura geldi.Bunu nutkunda Niyazi Efendi Hazretleri söylüyor.

Zuhuru kainatın madenisin Ya Rasulallah

Rumuzu küntü kenzin mahzenisin Ya Rasulallah

Bütün bu kainatta zuhur edenlere maden olmuşsun sen,o gizli hazinenin mahzeni hep sensin:Çünkü Peygamber Efendimiz evvela halkolunan beş isim söylüyor.Hepsi de evvel halkolundu diyor.Evvela "Benim Nurum" halk olundu,arkadan deniliyor ki,o karanlıkta olanlar görünsün için o nur tecelli edince,nasıl gece karanlıkta iken hiç bir şey görünmüyor,sabah olup güneş doğunca bu kainatta olan her şey görüntüye çıkıyorsa! Peygamber Efendimizin Nuruyla da görünmeyen şeylerin hepsi görüntüye çıkıyor.Arkasında diyor.Evvela "Benim Ruhum" halkolundu.Ruhun halkolmasıyla,bütün bu karanlıklarda bulunan cisimler hayat buldu.

Cisimlerin birbirlerinden ayrılmaları ve seçilmeleri için akıl lazımdır.İnsanlar da akıl olmazsa hiç bir şeyi seçemez ve ayırt edemezler.Bir kalabalık,bir kesret görürler ama ne olduğunu idrak edemezler.Onun için "Akıl" arkadan da "Kalem" yaratıldı diyor.Nasıl ki bu kadar harfler mevcud,fakat hiç bir harf kalemin içinde görülmüyor.Ama,kalemi eline aldığın zaman,kalem ne harfler çıkarıyor,ne hurufat döküyor...Onun için kalem de bir ruh gibidir.

Suretlerin ruhtan gelmeleri cisimleri meydana getirdi,bunların barınmaları için de bir yer icab eder.Onun için buyruluyor. "Bu arş" sonsuz bir boşluk demektir.Bu boşlukta insanlardan başka ay,güneş,yıldızlar ve gözle görülmeyen ne kadar cismani kürreler var.Bunlar hepsi arş denilen bu boşlukta yüzüp dönüyorlar.İşte Peygamber Efendimizin söylemiş olduğu beş varlık hep aynı noktaya çıkar.Onun için,bu hususta aşıklar,nice nutuklar söylemişler.Mesela,

Zuhuru kainatın madenisin Ya Rasulallah

Bu kainat senden zuhur etmiştir. (Rumuzu küntü kenzin mahzenisin) Bu sebeple bu kainat (Küntü kenzen mahfiyyen) "Ben bir gizli hazine idim bilinmekliğimi murat ettim,bu halkı halkeyledim" kudsi hadisinin mahzeninden çıkmıştır.



imami şafi-den

Bütün himmeti karnına giren şey olan kimsenin kimeti de karnından cıkan şey kadardır!..
*******
iki kişinin darrıldıktan sonra bir birlerinin aybını söylemesi münafıklık alemetidir.
*******
Senden daha cok malı ve parası olan kimseyi kıskanma .O malına ve parasına hasretle ölür .İbadeti ve taatı çok olan kimselere gıpta et.Yaşayanlar da sonunda ölecekleri için onların dünyalıklarına özenmeye degmez.
<<<<<<<
Dünyada arsız kimseyle arkadaş olmak ,ahirette insanı mahcup eder..
*
ibret almak istersen hatta sahibi kişilerin akibetlerine bak da kalbini topla .
<<<<<<<<<<<<<<<<<<
Her sevene karşı emin olma ....



GAVS-İ SANİ HZ.LERİNDEN

Geçmiş zamanda fakir, dünya malı olarak bir şeye malik olmayan bir papaz vardı. (Bu şeyhler ne yapıyorlar? Halkı kandırıp zengin oluyorlar. Ben de kimsenin tanımayacağı uzak bir memlekete gideyim. Kendimi şeyh olarak tanıtayım. Böylece zengin olurum) diye düşünüyor. Hemen tasavvuf kitaplarını temin ediyor. Tarikat adablarını okuyor. Nasıl hatme yapılır, nasıl teveccüh yapılır, hepsini öğreniyor. Adab ve talimatları ezberliyor. Ve kalkıp kendinin tanınmayacağı bir memlekete gidip kendini şeyh olarak tanıtarak tarikat vermeye başlıyor. Hatme, teveccuh, tâlim ve adab derken etrafına çok kalabalık birikiyor.

Kendisine muhabbet ve bağlılığı çok fazla olan bir dükkan sahibi tüccar varmış. Papaz da onun sık sık ziyaretine gidermiş. Bu tüccar verilen vazifeleri yapıyor, samimi olarak çalışıyor ve nihayet keşfi açılıyor. Bir gün virdini çekmiş, rabıtadayken, hele bir bakayım şeyhimin Allah yanında mertebesi ne kadar yücedir, diye Levhi Mahfuza nazar ediyor bir de ne görsün? Bunca zaman hizmet ettiği şeyhi orada Müslüman değil, keşiş olarak yazılır. Derhal şeyhine karşı kalbi soğuyor. Muhabbeti kesiliyor. Hergün kendisine uğrayan hürmet ve saygı gösteren şeyhi o günden sonraki ziyaretlerinde bakar ki tüccar hiç hürmet göstermiyor, adabı falan terk etmiş. Dayanamaz : �Banı karşı soğuk davranıyorsun, muhabbetin kalmamış, bunun sebebi nedir?� diye ısrar eder. Tüccar evvelâ söylemek istemez, fakat ısrar karşısında hakikati söyler : �Benim dinimde kâfire hürmet yoktur. Allah�ın inayetiyle keşfim, kerametim açıldı, Levhi Mahfuza şeyhimin makamına bakayım, dedim. Baktım, seni orada papaz olarak gördüm. Kâfire hürmet caiz olmadığı için sana hizmet etmiyorum.� Papaz donup kalıyor.

�Burada benim papaz olduğumu bilen hiç kimse yok. Bunu bildiğine göre senin keşfin haktır. Müslümanlık da hak dindir� diyerek Kelime-i Şehadet getirip Müslüman oluyor. �Ben zannediyordum ki şeyhler bu dünya malı için şeyhlik yapıyorlar, milleti kandırıyorlar. Onun için ben de şeyhlik yaparım, diye düşündüm. Tarikat adabını öğrenip kendime şeyhlik tasarlamakla bu işin olacağını zannediyordum. Halbuki bu işte hakikat vardır ve İslâmiyet hak dindir. Tarikat-ı Nakşîbendiye de hak ve müstakim bir yoldur� deyip İslmiyeti kabul ediyor.

Nakşîbendi Tarikatı hakiki bir tarikattır. Bundan istifade edip gayeye ulaşmak da ancak tarikata uymayan şeylerden kaçınmak, tarikatın yolundan gitmek ve Allah�a ulaşmayı hedef edinmekle mümkündür. Bu da ancak manevi kuvvetle, sâdâtın himmeti, ve nazarlarıyla olur. Amelinin kuvvetiyle hedefe kimse ulaşamaz. Daha henüz tarikata girmeden bile insanda değişmeler olmaya başlar. Allah muhabbeti hasıl olur. Rabbü�l-Âlemin Hazretleri�nin sevgisi kalplere dolmaya başlar. Kalpler dünyadan koparak, Allah�a, Allah yoluna yönelir. Fakat ne zaman ki tarikata girilirse bu haller o zaman daha da pekişir, kuvvetlenir. Bütün bu değişmeler sohbet kuvvetiyle, zahiri kuvvetle değil, ancak ve ancak manevi kuvvetle, sâdâtın himmeti ve Nakşîbendi Tarikatı�nın bereketiyle meydana gelir.

İnsan hakiki olarak tarikata girdikten, hakiki olarak tövbe edip pişman olduktan sonra, derhal dünya muhabbetinin kesildiğini, eski tamah, buğz ve düşmanlık hallerinin kalmadığını, eski fiil ve hareketlerinin terk edildiğini görür, anlar. Bütün arkadaşlarının değiştiğini fark eder. Tövbe edip tarikata giren o kimsenin huyu değişir; halim olur, sabır ehli olur, kendisinden hakiki muhabbet zuhuru gelir. Allah�a kulluk, tâât tatlı olmaya başlar. İşte bütün bu değişmeler ancak manevi kuvvetle olabilir, zahiri kuvvetle değil. Çok güzel vaaz ve nasihat edip sohbette bulunan çok kimseler vardır ki, topluluklara hitap ederler. Herkes onları dinler. Fakat hiçbir te�sir icra edemezler. Cemaat dağıldıktan sonra sanki hiç o vaaz ve nasihatı dinlememişler gibi cemaatle değişme olmaz. Eğer zahiri kuvvetle irşad işi olsaydı, cemaatin çok değişmesi icap ederdi. İşte bunlar gösteriyor ki, Nakşîbendi�lerdeki değişmeler, düzelmeler bir manevi tasarrufun neticesidir. Zahiri tasarrufla değildir.

Gavs (K.S.A) buyurdu. Gavs-i Hizanî�den bahs ederek, �Onun sohbetleri yok denecek kadar azdı, çok ender sohbet ederdi. Fakat manevi tasarrufun çokluğundan cemaatinin hemen hepsi Allah aşkı, cezbe ve muhabbet içinde bulunurlardı. Zahiri tasarrufla olsaydı bunların olmaması icap ederdi. Demek ki manevi tasarrufla olmaktadır.

İnsanın Allah�a, bu Nakşîbendi Tarikatı�nı nasip ettiği için, insanı vasıta kıldığı için çok hamd ve şükür etmesi lâzım gelir. İnsan gerçekleri ancak bu Tarikata girdikten sonra görebiliyor. Nakşîbendi Tarikatı�nda olanlar, özellikle tarikatta olmayanlara baktığı zaman, onların bu helâldir, şu helâl değil, diye tefrik etmeden önlerine ne gelirse, hoşlarına ne giderse, almakta ve yapmakta olduklarını görüp şeriat ve tarikattan, onların emirlerinden haberlerinin hiç olmadığını müşahede ediyor. Fakat insan tarikata girdikten sonra bunlardan uzaklaştığını görüp hissettiği için Allah�a çok şükür ve hamd etmesi lâzımdır. Çünkü Cenab-ı Hak bu tarikatı âliyi kendisine nasip edip kurtuluşuna sebep kılmıştır.

İnsanın tarikatın kıymetini bilip verilen vazifelere devam etmesi, atalet göstermemesi lâzımdır ki Allah-u Teâla vermiş olduğu nimetleri geri almasın. Rabbü�l-Âlemin verdiği nimetin kıymetini bilmeyenlerin elinden alır. Nasıl ki Allah-u Teâla bir yerden insana rızkını verdi mi, ona riayet edip o işe sarılması lâzımdır ki işini kaybetmesin, Rabbü�l-Âlemin onun rızkını kesmesin. İşte Allah yolu da aynen böyledir. İnsan bir yerden bir menfaat görürse ona devam etmesi lâzımdır ki Allah-u Teâla elinden almasın. Buna göre kişi Müslümanlığını ziyadeleştirmesi, günahlardan kendini daha çok muhafaza etmesi, Allah emrine karşı gelmekten kendini daha koruması, Allah�ın vermiş olduğu nimetleri unutmaması, amellerinde gevşeklik yapmayıp bilâkis onu günden güne ziyadeleştirmesi icap eder.

Muhabbetin artması için ne lâzımsa onu yapmak, tembellik etmemek gerekir. İnsanın Müslüman kardeşlerini kaybetmemesi ve Allah bahsi, sâdâtın sohbeti yapıldığı yerlerde dolaşması lâzımdır.

Bir gün Gavs (K.S.A) sohbetinde buyurdu : �Bir yerde bir cemaat oldu mu hemen melâike oraya gelir, bakarlar. Şayet Allah bahsi yapılıyorsa onlar dualarda bulunurlar. Yok eğer Allah bahsi yapılmıyorsa o cemaatten nefret ederek, (Eğer siz Allah�a kul olsaydınız, O�nun bahsini yapardınız. Eğer siz Allah aşığı olsaydınız maşukunuzu anardınız) der ve oradan uzaklaşırlar.�

Bu gerçeklerin ışığında artık insanın Allah (C.C) bahsi yapılan yerlere gitmesi, Allah�ın anılmadığı yerlerden de uzaklaşması lâzımdır ki meleklerin nefreti üzerlerinde olmasın. İnsanın, Allah�ın rahmetinden ve meleklerin duasından istifade etmesi için Allah�ın anıldığı yerleri dolaşması, onlara devam etmesi lâzımdır.

Bir seferinde Gavs (K.S.A) sohbetlerinde buyurdular ki : Hazret sohbet aşığıydı. Her zaman sohbet ederdi. Sohbet edecek kimseyi bulamayınca beş � altı yaşlarındaki çocukları toplar, dizlerinin üzerine oturtarak onlara Allah�ın sâdâtın sohbetini yapardı. Hanımı kendisinden bir seferinde sormuş. �Kurban demiş, insan senin için taaccüp ediyor. Üç yaşındaki altı yaşındaki çocuk bu sohbetlerden ne anlıyor ki onları etrafına topluyorsun.� Hazret, cevaben : �Ben de biliyorum bir şey anlamazlar ama benim gayem sohbet edip nâzil olan Allah�ın rahmetinden, bereketinden ve sâdâtın himmetinden istifade etmektir. Zaten, sohbetteki gaye sohbet sırasındaki Allah ve sâdât anıldığı zaman nâzil olan İlâhi rahmetten, İlâhi bereketten, sâdâtın himmet ve nazarlarından istifade etmektir. Menfaat sohbetin kendisinde değildir� dedi.

Bu Nakşîbendi yolunda olanların tamamı Maksud-i Bizzat içindir. Peygamber (A.S.V) şeriatı içindir. Nakşîbendi Tarikatı�nda ve diğer tarikatlarda tek gaye, Allah ve Resûl�ünün sözünden çıkmamak, Peygamber�in (S.A.V) şeriatine tam ittiba ederek Allah�ın rızasını kazanmaktır. Şu husus bilinmelidir ki, maksud tarikat değil, maksud Allah�ın Zatı, Allah�ın dostluğudur. Bütün düşünce Allah ve Resûl�ünün emirlerine uyarak maksudunu Allah�ın Zatı yapmaktır. Bu da ancak Allah�ın emirlerine uymakla olur. Allah�ın emirlerinden asla çıkmamaya gayret edilmelidir. Çünkü tek gaye, maksud odur.

Bunların elde etmenin tek yolu kendini çok muhafaza ederek Allah�ın emrine muhalefette bulunmamak, kendinden günah sudur etmemesine dikkat etmektir. İnsanın Allah yolundan, hakikat yolundan çıkmaması lâzımdır. İşte bunlara titizlikle riayet edilirse Allah rızası o zaman meydana gelir. Rabbü�l-Âlemin o zaman insandan razı olur. Allah rızası elde edilince insanın bütün işleri hallolmuş olur.

Bütün gayeler, tarikat ve diğer çalışmalardaki bütün gayeler yalnız ve yalnız Allah rızası içindir. Maksudi Bizzat içindir. Maksud Allah�ın (C.C) Zatı ve talep onun rızasıdır.

Allah rızası, ancak emirlerine tam itaat etmekle, muhalefet etmemekle, nasıl emretmişse harfiyen tatbik etmekle kazanılır. Ve o kazanıldıktan sonra insanda hiçbir noksanlık kalmaz. Nasıl kalır ki Allah (C.C) ona dost, o da Allah�a (C.C) dost olmuş olur.

Şu bilinmelidir ki Allah-u Teâlâ�nın insanın ibadetine, tââtına asla ihtiyacı yoktur Hâşâ) Rabbü�l-Âlemin onlarla ne büyük, ne de küçük olur. Yapılan bütün amellerde tek maksud Allah�ın rızasıdır. Allah�ın rızası da emirlerine mutlak bir itaat ve sözlerinden dışarıya çıkmamakla olur. Namazdaki, tââtteki ibadetteki, maksud, gaye, menfaat Allah rızasını kazanmak içindir. Bunlar Allah rızası ve Allah dostluğu içindir.

Allah�ın emirlerine muhalefetten azamir derecede kaçınılmalıdır. Unutulmamalı ki Allah�ın namaz, oruç ve diğer ibadetlere hiç ihtiyacı yoktur. Sadece emirlerine itaat için yapılmalıdır. Yasaklarından da, menetmiş olduğu için kaçınılmalıdır. Böylece emretmiş olduklarını yapıp yasaklarından kaçınılmakla Rıza-i İlâhi kazanılmış olur. Bütün gaye bunda, rızada toplanıyor. Çünkü maksud Allah�ın Zatı ve O�nun insandan razı olmasıdır.

Meselâ, insanın birkaç tane oğlu olsa, bunlardan emrine itaat edenini, sözünden çıkmayanını muhakkak ki daha çok sever. Ondan daha çok memnun olur. Diğerleri de evlâtları, ciğerleri oldukları halde emirlerine muhalefet ettikleri için babaları onları sevmez. Onlardan memnun olmaz. Emrine uyan oğluna daha fazla muhabette bulunur,ondan daha hoşnut olur, ne kadar iyi şeyler varsa o emrinde olan oğlu için düşünür. Emrinde olmayan evlâtları için ciğerleri olduğu halde, iyi şeyler düşünmez. İcabında onları malından bile mahrum eder. İşte Allah yolunda da durum böyledir. İnsan Allah rızası için çalışıp onu gözetmeli, bütün gaye Allah rızasını tahsil olmalıdır. Eğer Allah insandan razı olursa insana dünyayı da, âhireti de nasip eder. Ne kadar iyi şeyler varsa, cennet dahil hepsini ona ihsan eder. Maksud dünya menfaati değil, âhirettir, Allah sevgisidir. Allah (C.C) insanı severse karşılığını daha ziyade âhirette verir. Dünya malı vermiş veya vermemiş hiç mühim değildir. Allah rızasının karşılığı âhiret mükafatıdır. Eğer Allah rızasını tahsil etmek nasip olursa, Rabbü�l-Âlemin onu ebedül ebed maksuduna erdirir, ebedi saadet ihsan eder. Ve nihayet ebedi olarak Cemalullaha kavuşturur.

Hakiki dostluk ve hakiki düşmanlık âhirette meydana çıkar, dünyada pek az bilinir. Esas iyilik ve kötülük âhirette meydana çıkar, bu dünyada iyilik kötülük pek belli olmaz. Onun için insanın muhabbeti dünyaya, dünya nimetlerine olmamalıdır. Eğer sevgisi Allah�a değilse ve kendisi de doğru yolda bulunmuyorsa, dünya muhabbeti onu kurtaramaz. Dünya kötülüklerine karşı insanın tedbir alması lâzımdır. Gerçi takdir Allah�ındır ama insanın da tedbiri elden bırakmaması icap eder. Allah�ın takdiri değişmeyeceği halde insan dünya hayatı için, rızkı için her türlü tedbiri alıyor, âhiret için de elinden gelen tedbiri alması, Allah rızasını kazanmak için ameli salihe devam etmesi lâzımdır.

Eğer insana bazı şeyler keşif ve rüya yoluyla beyan olunursa ve kendisi de buna göre hareket ederse indallahta mes�ul değildir.

Peygamber (S.A.V) buyuruyor: (Günahlardan tövbe eden günah işlememiş gibidir)

Allah�ın tövbe dergâhı her daim açıktır. Sâdâtın himmetleri de çoktur. Şimdi de Gavs�ın himmeti çoktur.



BIZIM TARIKATIMIZ "ÜRVETÜL-VÜSKA"DIR.

HZ. RESULULLAH (S.A.V)´IN ETEGINE YAPISMAK VE SAHABEI KIRAMIN (R.A)´IN ESRLERINE IKTIDA ETMEKTIR.

BU TARIKATTA AZ AMELE COK FETIHLER OLUR.AMMA SÜNNETE RIAYET GEREKMEKTEDIR.

SAH-I NAKSIBEND (K.S.A.)

Hiç yorum yok: